4 Ağustos 2011 Perşembe

Şu sigarayı bi yok etsek dünya kurtulacak!

Kahrolsun şu sigara, tüm dünyada yasaklansın, adı anılmasın, resmi yapılmasın, belleklerden hatıraları kazınsın, şarkılarda yerlerine “la la la” yazılsın, müptelasının ciğerleri sökülsün, dudak tiryakilerinin dudaklarına köz basılsın…

Normalde sigaraya karşı olsam da son zamanlarda yapılan sigara savaşında gelinen son nokta itibariyle ön saflarda kılıç sallayan sigara karşıtlarına artık gıcık oluyor ve kendilerine şunu söylemek istiyorum: her boku bitirdiniz de bir tek sigara mı kaldı!

Bu zıkkımın bağımlılık yarattığını, zehir olduğunu, zarar verdiğini herkes biliyor. Sonuçta toplumda belli bir bilinç ve yasaklarla belli bir zorlama oluştu. Hala sigara savaşına neden bu kadar zaman emek ve para harcanıyor anlamıyorum!

Sigarayla savaşan arkadaşların şu konularda da aynı azimle mücadele ettiklerini görsem koştura koştura saflarına geçmezsem ne olayım. Aha da buraya yazıyorum:

  1. cep telefonu: yetişkinlerde çift hat, anne baba demeye başlamasından itibaren veletlere de bir hat alınmasına daha yeni alışmıştık ki üstüne birde 3g çıktı. Millet baz istasyonuna karşı şuursuzca mücadele ediyor ama operatörlerin sağladığı beleş dakikalar hatta saatleri harcamak için telefonu neredeyse beynine gömüyor. Muhabbetin belini kırarken, son model telefon beynine baz istasyonunun verdiği zararın yaklaşık dörtte üçü kadar zarar veriyor haberi yok. 3g lileri hiç saymıyorum bile. Bu zararları dile getirmeye çalışan Dünya Sağlık Örgütü Başkanı bile koltuğundan olmuştu. Olsun biz yine de cigarayla savaşalım ciğerlerimiz temiz kalsın, beynimizdeki tümör nasıl olsa ceviz büyüklüğüne gelene kadar kansere çare bulurlar
  2. abur cubur gıda ve fast food: ohh sigarayla savaştık, yok ettik, artık ciğerlerimize temiz hava girecek! Boktan gıdalar sebebiyle yağlanıp şişen gırtlağımızdan geçip, ciğerlerimize ulaşırsa tabi. Çok merak ediyorum: kola hamburger ambalajlarına 200 kiloluk, oturduğu yerden kalkamayan birinin resmini koyup, “bunlardan yemeye devam ederseniz helaya bile gidemeyeceksiniz” yazısını ne zaman göreceğiz. Ama ben haftada bir yiyorum deyip resim konulmasına itiraz edenler olabilir. Onlar tiryakinin günde kaç sigara içtiğini biliyor mu? Ya da çocuklarımızın reklamlardan dolayı iyice şuursuzlaşarak avuç avuç yediği cips, şekerleme vs abur cuburun ne zaman 18 yaş altına satışının yasaklanacağı?
  3. kontrolsüz kullanılan tarım ilaçları ve hormonlar: Allahtan çocukların abur cuburunu yasakladık, meyve sebze yedirmeye başladık. “Hiç yedirmesen daha iyiydi” dedirtecek zerzevat o kadar çok ki inanın organik lafından tiksinir oldum. Sigara paketlerinin üstünde ne kadar zehir olduğu yazıyor ama pazardan aldığımız domateste ne kadar kimyasal var muamma. Vitamin olsun diye çocuğumuza verdiğimiz meyve, içinde hangi kimyasalla vücuda giriyor belli değil. Organik denen zerzevatın bile tam kontrolü yapılmıyor. Elmanın, kirazın kurtlanmamasından hiç kıllanmıyoruz. İlaçlar sadece börtü böcek için nasıl olsa, koskoca insana ne yapabilir ki?
  4. sanayi atıkları: sigara için özel yasal düzenleme yapan ülkelerin zehirli sanayi atıklarıyla ilgili yaptıkları düzenlemelere bakmak lazım. bacalardan fosur fosur zehirli gaz salınıyor, bebesinden dedesine, müptelası olsun olmasın herkes bunu soluyor. Güya kanun var ama kontrol eden yok ama meyhanede, rakı masasında bi tane tellendirmeye kalkarsan masadaki hesap kadar bi de ceza ödemene sebep olacak bi dünya sigara savaşçısı dolu. Suya ve toprağa karışan zehirli sanayi atıklarından hiç bahsetmedim bile. Sanayi tabiî ki gelişecek. Ama halk sağlığı konusunda samimiysen sigaraya karşı yürüttüğün savaşın yarısını bari sanayi tesislerinin kontrolü için ver. Yeni kanun çıkarmana da gerek yok. Olana uysunlar o da yeter

Lütfen olayın tamamını görmeye çalışıp, samimi olalım. Sigara kullanımında artış var ama kanser ve kalp damar hastalıklarına yakalananların sayısındaki artık bu artıştan çok daha fazla. Sigaradan daha zararlı dumansız iblisleri görmezden gelip, tüm gücümüzü sigara savaşında harcamayalım.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Pazartesi sendromu ortadan kaldırabilir!

Hiç kimse pazartesi sendromundan şikayet etmesin arkadaş! İnsaoğlunun başına ne geliyosa kendi halt etmesinden geliyo! Kimyasalları icat eder, kanserden ölür, arabayı icat eder, kazada ölür, çalışmayı icat edip, stresten ölür. Pazartesi sendromu denen şey, doğada bulunan bişey değil. Bu tamamen insanın kendi yaptığı bişiyin istenmeyen yan etkisi. Neymiş efenim pazartesi sendromu olmuş da, içinden bişey yapmak gelmiyomuş, keşke pazartesi olmayaymış, haftaya bööle başlanmamalıymış, mış mış da falan filan.

Çözüm çok basit. Sadece ortadan kaldıracaksınız. Ortadan alıp yana doğru koyarsanız sorun diye bir şey kalmıyor. Sendrom denen zırvalığın ortaya çıkmasına sebep olan tek şey; haftanın yanlış yerden başlatılmasıdır. Kim hangi mantıkla haftayı pazarteside başlattı ki? Hafta Cuma akşamı bitmeli ve yeni hafta cumartesi sabahı başlamalı.

“Başlamak” diye yazınca “bitirmenin yarısıdır” diye tamamlamıyor mu hazreti gugıl? Yani, haftaya cumartesi sabahtan başlayınca, kafadan yarısını yiyosun. Pazartesiye işe geldiğinde geriye pek bişey kalmamış oluyor.

İddia ediyorum ki haftayı cumartesi sabahından başlatmak uygarlıkta ivme yaratacaktır. Bir düşünün; haftaya güzel bir hafta sonu ile başlamışsınız ve o enerjiyle pazartesi işe geliyorsunuz, işler tıkır tıkır, motivasyon yüksek, verim yüksek, fikirler açık. Her an yeni bir şey bulup çalıştığınız yere çok faydalı olabilecek moddasınız. Çalışan mutlu, işveren mutlu. İşte çok stres yapılmadığından, edindiğiniz stresi atmak için, ne kadınlar takılamayacak takı ve anlaşılmaz seramikleri yapma kursuna gidiyor ne de erkekler balina tutabilecekleri olta takımlarına servet ödeyip, avdan 1 parmak boyutunda balıkla dönüyor.

Çok mu ütopik geldi? Pazartesi sendromunu bahane edip mesainin bilmem kaç saatini kös kös oturup heba etme o zaman. Hadeee… işini yap!

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Çocuk şarkıları bir toplumu manyak eder mi?

Başlığa her ne kadar karşı olsam da bi başlık atmadan da olmuyor. Başlıktaki soruya “evet” diyerek konuyla alakasız bi yerden başlamış ve bu cümle ile giriş bölümünün sonuna gelmiş bulunuyorum.

Çocukken dinlediğimiz şarkılar bizi manyak ediyor! Sabi Sübyan dünyayı tanımaya ve kişiliği oturmaya başlamıştır ki; bilinçaltında yıkıma yol açan yalan yanlış bilgiler, ajite kavramlarla dolu dizeler seli içinde kalır. İşte o dizeler ve satır aralarındaki hastalıklı anlamlardan bazıları:

Örnek 1
Mini mini bir kuş donmuştu/pencereme konmuştu
Açıklama: soğuğa dayanamayacak kuşlar kışın göçerler. Ayrıca o yaz yumurtadan çıkan yavru kuşlar kışa kadar kendi kendine bakacak yeterliliğe ve büyüklüğe ulaşır. Kuş gayet kendine bakabilecek durumda ve her hangi bir art niyet olmadan bir pencereye tünemişken, bu dizelerle çocukta “donmakta olan kuş” kavramıyla ajitasyon yapılmaktadır.
            Aldım onu içeriye/cik cik cik cik ötsün diye
Açıklama: kuşu içeri almaktaki asıl amaç donmasını önlemek değil, ötüşünden faydalanarak  çocuğu zevk sefa düşkünlüğünü ön plana çıkartmaktır. Donmakta olduğu düşünülen bir canlıdan bile zevk için faydalanma düşüncesi tohumları körpe dimağlara atılıyor…
            Pır pır ederken canlandı/ellerim bak boş kaldı
Açıklama: donmakta olan bir kuş görürseniz yardım etmeye falan kalkmayın. Sonunda canlanacak ve bırakıp gidecek, sizde hayal kırıklığı içerisinde kalacaksınız. Çocuğa “karşılıksız iyilik yapma” nın insanda hayal kırıklığı yarattığı anlatılmaktadır. Çocuk ta doğal olarak “ulen bu şerefsiz ısınınca nasıl olsa  iki ötmeden kaçar gider, ne hali varsa görsün ibiş” düşüncesi oluşmaktadır.

Örnek 2
            Horozumu kaçırdılar/damdan dama uçurdular
Açıklama: E be manyak adam! Çocuk evcil bir hayvan almış, ama gözünün önünde hayvanını kaçırmışlar. Çocuk için büyük bir travma olan bu olayı, başka çocuklarda duysun diye bide şarkı yapmış reklam ediyorsun.
            Suyuna da pilav pişirdiler/ geh bili bili bili bili bi/ güzel horozum/ ah çil horozum
Çocuğun gözünün önünde kaçırılıp boğazlanan hayvanının trajedisini reklam ettiğin diğer çocukları da zehirlediğin yetmiyormuş gibi, bu şarkıdan etkilenen gelişim çağındaki bir sürü yavrucağı, tavuk, pilav vb gıdalardan soğutuyorsun

Örnek 3
            Bir gün bir gün bir çocuk eve de gelmiş kimse yok
Açıklama: tam bir saldım çayıra mevlam kayıra durumu değildir de nedir? sen yap çocuğu, ver eline anahtarı girsin çıksın, kendi hayatını kendi idame ettirsin. Allahtan evin anahtarını vermiş, yoksa köprü altına gidecek yavrucak
            Açmış bakmış dolabı şeker de sanmış ilacı
Açıklama: çocuk eve geliyor, önüne bir tas çorba koyan yok, aç! Orada burada yiyecek arıyor garibim. Vicdansız  ebeveyn evde bi lokma ekmek bırakmamış, çocuğa bakkaldan şeker alır mı? Çocuk ta görüyo arkadaşlarından canı çekiyo yazık. Görünce dolapta hemen yumuluyo
            Yemiş yemiş bitirmiş, akşama sancı başlamış
            Kıvrım kıvrım kıvranmış, hastaneyi boylamış
Açıklama: acımasız hayatta bir başına var olma mücadelesi veren yavrucağımızın yanında bir büyüğünü görebiliyor muyuz dizelerde? Yok! yavrucağızı kim bilir kim götürdü hastaneye? Nedir bu sorumsuzluk!

Aklıma ilk etapta geliveren birkaç şarkıydı bunlar. Bunlar gibi niceleri hepimizin beyninde kazılı, gizli yan etkileriyle beynimizi kemirmeye devam etmektedir. Biz olamadık ama bizden sonrakilerin daha sağlıklı ruh sağlığına sahip bir toplum olabilmesi için çocuklarımızı bu ve bunun gibi sado mazo içeriklerden koruyalım, korumayanları uyaralım!
           

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Çam Sakızı Çoban Armağanı

Hayvancılık müessesesinin olmazsa olmaz oyuncusunun, göz ardı edilmiş bir diğer işlevini vurgulaması açısından çok önemli bir sözdür. Ancak, verilen hediyenin kıytırıklığını vurgulamak için kullanılan bu deyiş yıllardır inanılmaz bir şekilde yanlış kullanılmakta ve çobanlara çok büyük haksızlık edilmektedir.
Tüm mesleki yaşamını ormanda yaylada tüylü yünlü hayvanlarla iç içe geçirmiş, bir zatın, tüylü hayvanların çam ağaçlarına sürtündüklerinde çamsakızlarına yapışıp kalan tüylerini görerek, bunu kadınlarda da deneme girişimi, tüm insanlık tarihini derinden etkileyen çok önemli bir devrim niteliği taşımaktadır.
İstenmeyen tüylerle mücadele için kullanılan envai çeşit yöntemin esin kaynağı olan çam sakızının, inovatif kişilikli bir çoban tarafından keşfedilerek, kadınlara ağdayı öğretmesi, yeni bir dönemi başlatmış olmakla birlikte sonrasında çobanlar arasında da çam sakızı hediye etme akımın yaygınlaşması tarihsel süreçte hep göz ardı edilmiştir. İlk istihdamın yaratıldığı iş kolu olma özelliği de bulunan çobanlık mesleğinin, ağdanın icadı ve yaygınlaşmasında gösterdiği çabanın göz ardı edilerek bu tabirle çarpıtılması belli odaklar tarafından yürütülen bilinçli bir eylemdir.
Çobanın kadın estetiğinde yarattığı bu köklü değişim, farklı bakış açıları ortaya çıkarmış, insan zekasında devinim yaratmış, sanatın ve uygarlığın ilerlemesine büyük katkı sağlamıştır. Bu nedenle sanat ve ilerleme karşıtı çevrelerin ağdaya ve dolayısıyla çobana karşı olmaları, mümkün olduğunca çobanın önemini çarpıtıp küçültme çabaları sonucu “çam sakızı, çoban armağanı” deyişi önceleri nadide ve seçkin hediyeler için söylenirken, dejenere edilip, içi boşaltılarak kıytırık hediyeler için söylenir olmuştur.
Bu bağlamda çobanların uygarlık tarihindeki rollerini vurgulamak ve bunca zamandır yenilen haklarını geri vermek adına “çam sakızı çoban armağanı” sözünün seçkin hediyeler için kullanılmaya yeniden başlanmasını ve toplumun bu yönde bilinçlendirilmesi için çalışmayı, çobanlara karşı bir borç olarak görüyorum.